Velayet-i Fakih Sistemine Yöneltilen Sorular ve Cevapları (1)
Soru: Velayet-i Fakih’in En Sade Ve En Açık Akli Delili Nedir?
Akla dayalı bir aslı dikkate alarak Velayet-i Fakih’i şöyle açıklayabiliriz: Bir iş, akıl sahiplerince (Ukalâ) istenirlik içerir, ama bir takım sebeplerden dolayı o işin gerçekleşmesi zor ya da imkânsız olursa, külli (Tümel) bir şekilde o işten el çekmezler bilakis, o işin en aşağı mertebesini uygularlar. Başka bir ifadeyle; ehemden (çok önemli) el çekerek mühim (önemli) üzerinde dururlar. Akıl sahipleri, mühim işlerde de bu sınıflandırmayı dikkate alarak asıl itibariyle bir işin ehemmiyetinin derecelendirilmesinden, bir takım koşullar sebebiyle ilk aşamada imkânsız ya da zor olan bir işi, ikinci aşamasının yerine koymayı ve değiştirmeyi hedeflerler. İslam’ın da kabul ettiği bu akla dayalı asıl ve temeli “Tedrici düşüş ve alçalma” olarak isimlendiriyoruz. Fıkıhta bu ilkeye dayalı pek çok konular icra edilmiştir. Konunun açıklanması için iki örnekle yetineceğiz.
1. Namaz kılmayı kastettiğinizi düşününüz. Namazın ayakta kılınması idealdir ama bir kimse hastalık sebebiyle namazı ayakta kılmaya kadir değilse, namaz kılmamalı mıdır? Fakihlerin tamamı şöyle der: Namazı ayakta kılabildiği miktarda ayakta kılmalı ve ayakta kılma gücü olmadığı yerlerde oturmalıdır. Namazını ayakta kılamayan kimse için fıkhi emrin bir sonraki aşaması namazın oturarak kılınması buda yapılamıyorsa yatarak kılınmasıdır.
2. Eğer bir kimse, bir şeyi özel bir doğrultuda örneğin bir bağın gelirini, Masum İmam (a.s)’ın Mübarek Hareminin aydınlatılması için mum alınmasına vakfetmişse ve hali hazırda mum yoksa vakfedilen bu malı bırakmamız mı gerekir? Kesinlikle böyle değildir ve vakfedilen bu malın gelirinin, aydınlatmaya en yakın şey neyse, o doğrultuda harcanması gerekir. Örneğin bu bağın geliri, elektrik masrafı için kullanılabilir, zira muma en yakın olanı elektriktir. Istılahta “el Ehem fe’l mühim (önemli olanın, daha önemli olana tercih edilmesi” olarak isimlendirilen bu ilkeye “Tedrici düşüş ve alçalma” adı verilir.
Adil Fakih, Masum İmama En Yakın Fert
İslam inancı sistemi ilkesince hâkimiyet Allah’ındır. Diğer taraftan Allah-u Teâlâ, toplumsal işlerin yürütülmesinde insanlara doğrudan müdahale etmemiş ve hâkimiyeti peygamber ve Masum İmamlara bırakmıştır. Allah tarafından tayin edilen masum imamın toplumsal işlerde hâkimiyetinin olmadığı durumda ne yapılmalıdır? Böyle durumda hükümeti terk edelim diyebilir miyiz? Böyle bir söz kabul edilemez zira her toplumda hükümetin gerekliliği ilkesi kendi yerinde ispat edilmiştir. Buradan hareketle “Velayet-i Fakih”i “Tedrici düşüş ve alçalma” ilkesi gereği zorunlu biliyoruz. Tüm şartlara haiz fakihin delili, Masum İmamdır (a.s) ve ondan sonraki derecelendirmede, söz konusu fakih yer alır. Elbette Masum İmam (a.s) ile adil fakih arasındaki mesafe son derece fazladır ama topluma zahiri hükümet işinde ona en fazla benzeyen ve en yakın olan, adil fakihtir.
Özetlemek gerekirse: Birinci mertebede hâkimiyet Allah’ındır ve ondan sonra Allah’ın Resullü (s.a.a) ve onun ardından Masum İmam (a.s) şer’i hâkimdir. Bundan sonra hâkimiyetin dördüncü aşaması var mıdır?
Bunun cevabında şöyle diyeceğiz:
Masum İmamın (a.s) gaybeti zamanında Şiaların bakış açısına göre velayet-i fakih, hâkimiyetin dördüncü aşamasında yer alır çünkü Masum İmama (a.s) en yakın olan kimse, gerekli şartların tamamına haiz olan fakihtir. İslam hâkiminin; kanun ve kararlara aşina olmak, toplumsal maslahatları bilmek; emanet ve toplumsal maslahatı güvence altına alınmasını temin eden ahlaki yeterliliğe sahip olmak gibi bir takım sıfatları barındırması gerekir. Masum imamda bu şartların hepsi vardır zira masum, ismeti (ilahi korunmuşluk) sebebiyle şer’i kanunların hiçbirisine muhalefet etmez ve gaip ilmini bilmesi hasebiyle, şer’i kanunları ve toplumun maslahatlarını bilir. Hâkimiyetinin meşru olması için gerekli şartların tamamını taşıyan fakihinde söz konusu bu şartların bir aşağı mertebesine sahip olması gerekir. İslam hükümlerini ve özellikle siyasi ve toplumsal meseleleri başkalarından daha iyi bilmesi için fakihlik ve içtihat yetisinin meleke haline gelmesi gerekir. Toplumsal maslahatları kendi şahsi ve belli bir gurubun maslahatına feda etmemesi için takva ve adalet melekesine de sahip olması gerekir ve aynı şekilde şeytanların onu kandırıp adalet çizgisinden saptırmaması için siyasi, toplumsal ve uluslar arası maslahatlara aşina olmalıdır.
Veliyi fakihin şartları
1. Hükümet başkanının, hükmet kanunlarını diğerlerinden daha iyi koruması ve söz konusu kanunların uygulanmasında tam bir nezaretinin olması hasebiyle kanunlara tam bir aşinalığının olması zorunludur. Halkın çoğunluğunun İslam kanunlarına tabi olduğu İslami düzende, sistemin başında şartların tamamına haiz fakihin olması gerekir. Yani söz konusu fakih, sadece İslam kanunlarına aşina olmakla kalmamalı aynı zamanda kendi çapında İslam kanunları kaynakları esasına göre kanun ve kararlar konusunda içtihat yapabilmelidir. Zira müçtehit olmayan birinin, kanunlara aşina olması mümkündür ama aşinalığı, taklit yoluyla oluştuğu için şer’i hâkim olamaz.
2. Diğer taraftan hâkim ve İslam rehberinin, halkının işlerinde ve alınacak kararlarda kendinden emin olması ve hiçbir şekilde hıyanetin gerçekleşmediğini bilmesi için gerekli takvaya sahip olması gerekir.
3. İslam hâkiminin toplumu mukaddes ve yüce hedefe yöneltmesi için yüksek düzeyde idareciliği bilmesi gerekir – elbette bu şart ister İslami isterse gayri İslami olsun bütün hâkimler için geçerlidir.
Öyle anlaşılıyor ki zikredilen mukaddimelerin kabul edilmesiyle velayeti fakih görüşünün benimsenmesi kabul edilebilir ve kolaydır. Ne var ki bu mukaddimeler açıklanmaksızın velayeti fakih konusuna giren kimse için bu görüş ya olduğu gibi meçhul kalacak ya da yanlış bir surette şekillenecektir.
Soru: Eğer veliyi fakih masum değilse hiçbir neden ve niçin olmaksızın ona itaat edilmesi nasıl yorumlanabilir?
Velayeti vakihe inananlar arasında hiç kimsenin veliyi fakihin masum olduğuna inanmadığı gibi böyle bir iddiada da bulunmadıkları açıktır. Çünkü biz yalnızca peygamberlerin, Hz. Zehra (s.a)’nın ve İmamların (a.s) masum olduğuna inanıyoruz.
Sorulması gereken soru şudur: Veliyi Fakihin masum olmadığını, bunun yanında hata yapması ihtimalini göz önün önünde bulundurarak, acaba bu ihtimal veliyi fakihe itaat etmeye mani olur mu?
Anlaşıldığı kadarıyla böyle bir gereklilik yoktur. yani bir kimse masum değilse ona itaat edilmemelidir anlamı yanlıştır. Şiaların ameli yaşam tarzlarına dikkat ettiğimiz zaman, onların neden ve nasılsız mercileri taklit ettiklerini ve onların fetvalarıyla amel ettiklerini görüyoruz. Bununla birlikte hiç kimse onların masum olduklarına inanmaz ve hatta fetvanın değişmesiyle onların hata bile yapacaklarını kabul eder, zira fetvanın değişmesiyle, fakihin ya önceki fetvası yanlış ya da yeni fetvası yanlıştır. Aynı şekilde mercilerin fetvalarındaki ihtilaflardan, onların bazılarının fetvada hataya düştükleri anlaşılmaktadır ne var ki böyle olmasına karşın hiç kimse taklit merciinin fetvasıyla amel edilmesinde zerre kadar şek etmez. Şimdi nazarda tuttuğumuz sorumuza dönelim. Acaba veliyi fakihin hata yapma ihtimali, ona itaat etmeme sebebi olabilir mi?
Hâkime itaat etmek hükümetin iki rüknünden birisidir
Her toplumun hükümete ihtiyacının olduğunda şüphe yoktur ve hükümetin ayakta kalabilmesi ise iki şeyle gerçekleşir: Birincisi hükmetmedir yani emir vermeye hakkı olan kimse ikincisi, emredenin emrine itaat etmeniz zorunluluğu. Bu ikisinden biri gerçekleşmezse hükümet oluşmaz. Şu halde hata ihtimali, hâkimin emrine itaatsizlik etme izni vermiş olsa ki bu ihtimal hiçbir zaman ortadan kalmaz, bu durumda hiçbir zaman hâkime itaat gerçekleşmeyecek, hükümeti ayakta tutan iki şarttan birisi oluşmayacak ve hükümet ortadan kalkacaktır.
Akıllı kimselerin yöntemiyle hayata baktığımızda emredenin masum olmadığını bilmelerine rağmen onların, birçok konularda itaati zorunlu bildiklerini göreceğiz. Bir ordu komutanının askerlere emir verdiğini düşününüz; eğer askerler, ordu komutanının hata yapabileceği ihtimaline dayanarak onun emrine itaat etmeseler acaba savaş bir sonuca ulaşır mı? Her hangi bir hareket gerçekleşir mi? Acaba bu gurubun yenilgisi kesin değil midir? O halde yanlış bir emirden kaynaklanan zararla itaat etmemenin zararı mukayese edilemeyecek kadar çoktur. Aynı şekilde uzman bir doktora müracaat ettiğinizi düşününüz, acaba onun teşhisinde yanlışlık ihtimali verir misiniz? Böyle bir ihtimalin olmasına rağmen yine de uzman doktora müracaat etmekten geri durmazsınız.
Hâkime itaat etmemek, düzenin karışması ve kaosa neden olur. Toplumun böyle bir kaostan göreceği zarar, yanlış bir emre itaat etmemenin zararından çok daha fazladır. Zikredilen konuların tamamında akıllı kimseler zayıf ihtimallere amel etme yöntemini seçerler. Şimdi veliyi fakihin özelliklerine teveccüh edelim ve İslam hâkiminin her işte sürekli uzman ve görüş sahibi kimselerle meşveret ettikten sonra karar alığını ve halkın da onun hayrı doğrultusunda elinden geleni yapmaktan kaçınmadığını nazarda tutalım. Böylesi bir durumda hata ihtimali son derece azalacak ve onun emirlerine itaatsizlik etmek de akılsızlık olacaktır.
Veliyi fakihin masum olmadığı meselesinin ortaya atılma hedefi
Son olarak söylememiz gerekir ki; ismetin olmayışı (ilahi korunmuşluk) hükümetlerin tamamının hâkimi ve başkanı için geçerli bir eleştiridir ama bu eleştirinin velayeti fakih konusunda söz konusu edilip diğer sistemlerde aynı eleştirinin konu edilmemesi, bizleri böyle bir eleştiriyi konu edenlerin İslam düzeni rehberinin kutsallığını parçalamak hedefi taşıdıklarına yöneltiyor. Zira rehberin kutsiyeti, birçok konularda düşmanların yolunu kapatmış ve onların planlarını bozmuştur. Eğer İmam Humeyni (r.a)’nin bir emriyle Abadan şehrinin kuşatması kırılmışsa bunun sebebi hiçbir askerin aklına, onun emrine muhalefet etmek caiz midir değil midir düşüncesinin gelmeyişidir.
İslam rehberinin kutsiyet kokusu ve ona itaat etmenin gerekliliği, düşmanları ümitsizliğe sürüklediği için böyle bir eleştiri ortaya atılmıştır. O halde eleştirilerin tamamının doğru cevabı bulmak değil, başka bir hedef için eleştiri yaratmak olduğunu dikkate almamız gerekir.
Soru: Veliyi fakih İmam-ı Zaman (a.f)’ın yeryüzündeki temsilcisi ve dünya Müslümanlarının tamamının emir sahibi ise niçin Anayasa veliyi fakihin, Hubregan (Uzmanlar) Rehberlik Meclisi ve diğerlerinin İranlı olması gerekir şeklinde düzenlenmiştir?
İlk önce soru hakkında açıklamada bulunalım. Bu soruyu söz konusu eden kimse velayeti fakihin makamından, kendi ülkesinde sorumluluk ve ihtiyarının sınırlı olduğu tüm ülke hâkimlerinin devlet makamlarını mı kastetmektedir yoksa velayeti fakihin ilahi bir tayin olup sınır ve coğrafya ötesinde bir makam olduğunu mu kastetmektedir? Eğer birincisini kabul ediyorsanız, niçin veliyi fakihi, tüm Müslümanların “Veliyi Emri” biliyorsunuz? Eğer ikincisini kabul ediyorsanız, niçin anayasada Rehberlik, Hubregan (Uzmanlar) Meclisi ve diğerleriyle alakalı kanunlarda coğrafi sınırlar önemlidir ve sanki rehberlikle alakalı işler, İran ile sınırlıdır örneğin anayasada, İranlı olmayan birisinin İslam cumhuriyeti rehberi olması ya da Hubregan Meclisi üyelerinin bazılarının başka ülkelerden olması öngörülmemiştir.
Bu sorunun cevabında bazı mukaddimelerin zikredilmesi zorunludur:
Bu iş ya hep ya da hiç arasın da mı dönüp dolaşıyor?
1. Bazı siyasi, hukuki, ahlaki ve… mekteplerin (ideolojik görüşler) görüşleri ya hep ya da hiç arasında dönüp dolaşmaktadır. Şöyle ki; onların bir konuda dikkate aldıkları şartlar bir arada toplanmışsa neticeye ulaşılır ama tüm şartların bir kısmı hazırlanmışsa hiçbir netice vermeyecektir. Başka bir ifadeyle: Şartların tamamının oluşmasıyla neticeye ulaşıldığına şahit olacağız ve tüm şartların daha azının oluşmasıyla hiçbir neticeye ulaşamayacağız.
Bu iddianın aydınlanması için “Kant”ın Ahlak Felsefesindeki örneğini dikkate alalım: Kant, birinin işlerinde, aklın ve vicdanın emrine itaat etmekten başka bir niyeti yoksa o kimsenin işinin değerli olduğuna ama akla itaatin yanında örneğin işin neticesine de alakasının olması durumunda işin hiçbir değerinin olmadığına inanır. Siyasi ve hukuki mektepler de insanın işinin ya hep ya da hiç arasında dönüp dolaştığına inananlar vardır.
Ama şöyle demek gerekir: Bu görüş gerçekçi değildir ve İslam, gerçekçi hüküm ve değerlerin tamamını söz konusu etmiştir ve bu hüküm ve değerlerin mertebe ve dereceleri vardır. İslam hiçbir zaman, bir meselede yüzde yüz ideal bir neticeye ulaşılmıyorsa tamamen boştur demiyor aksine, alt derecesini uygulayın diyor.
Bu iddianın doğruluğunu anlamak için bir işin çeşitli bedellerinin mükellefin önüne sunulduğu bazı fıkhi konulara biraz dikkat edelim. Değişik konumlarda namaz kılma sorumluluğunun yerine getirilmesi için çeşitli hallerin olduğu bu iddianın bir örneğidir. Hatta dini meselenin en önemlisi olan imanın bile mertebeleri vardır.
Topluma rehberlik etme meselesinde ideal İslam
2.Topluma rehberlik ve imamet görüşünde İslam’ın ideali, Peygamber Ekrem (s.a.a)’in asrında olduğu gibi toplumun masum rehber tarafından idare edilmesidir. Biz bunun olabileceğine inanıyoruz ve inşallah Hz. Hüccet (a.f)’in zuhur zamanında böyle olacaktır. Ama hali hazırda böyle bir idealin gerçekleşmesi mümkün değildir zira gaybet zamanında yaşıyoruz ve masum rehber gaiptir.
Eğer İslam, imamet meselesine gerçekçi yaklaşmasaydı, gaybet döneminde dini hükümetin başında masum imamın rehberiyeti olmadığı için hiçbir hükümetin meşruiyeti olmayacaktı ama İslam bu dönem için daha aşağı bir vaziyeti öngörmüş ve gerekli özel şartlara haiz olan fakihleri hâkim olarak kararlaştırmıştır. Fakihler meşru olmayan hükümetlerde bile fakihin“umuru hisbe (kimsesizlerin, dul kadınların, öksüz ve yetimlerin ve kendiişlerini idare edemeyen kimselerin sorumluluğunu üstlenmek)” işlerinde velayeti olduğunda ortak görüşe sahiptirler. Yani fakihin halka hükümet etme gücü olmasa bile yinede zikredilen işlerin sorumluluğunu yüklenmesi gerekir. Bizim zamanımızda dini bakış açımıza göre tağut rejimi zalim, zorba ve gayri meşru bir rejimdi ve fakihler, şer’i hâkimin hükmünün şart olduğu konularda halkın gerekli şartlara haiz müçtehide (şer’i hâkime) müracaat etmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Örneğin yaşamlarında ihtilafa düşen evli çiftler bu durumdan kurtulmaları için o zamanın resmi boşanma dairelerine gidiyor ve özel bir defteri imzalıyor ve resmi olarak boşanmış sayılıyorlardı. Hâlbuki Şia fakihine göre talak sığasının (talak sığasından boşanmanın gerçekleşmesi için söylenilen özel lafız kastedilmektedir) icra edilebilmesi için iki adil şahidin hazır olması gerekir. Bu sebeple mütedeyyin aileler talakı cemaat imamı ya da müçtehidin yanında ve iki adil şahidin eşliğinde icra ediyorlar ve daha sonra bunu resmileştirmek için resmi dairelere gidiyorlardı.
Fakihin böylesine sınırlı müdahalesiyle İslam’ın ideal bölümü gerçekleşmez ama sonuçta hiç karışmamaktan daha iyidir. O halde İslam, toplumun ya ideali ya da hiçi seçmelerini istemez ve bu gibi durumlarda Müslümanların önüne orta yolu sunar.
Konunun nihai cevabı
İslam görüşü esasına göre, cihan şümul ve coğrafi sınırların hiçbir etkisinin olmadığı bir hükümet ideal hükümettir. Ama günümüz dünyasında ideal hükümetin gerçekleşme şartları yoksa çıkmaza mı gireceğiz? Kesinlikle hayır.
Hali hazırda dünyanın tamamı bir hükümet tarafından idare edilemez ve bulunduğumuz bölgede (İran) dini bir hükümet kurmamız gerekir. Böyle olunca artık kanuni esasinin, İran’ın dışını da kapsaması kabul edilemez. Bu sebeple hali hazırdaki durumda dini bir hükümetimiz olacaksa coğrafi sınırların saygınlığını korumamız ve diğer ülkelerle ilişkilerimizi Uluslar Arası örfle uyuşacak şekilde düzenlememiz zaruridir. Yani diğer ülkelerle karşılıklı elçiliklere sahip olmamız ve Uluslar Arası kararlara saygı göstermemiz gerekir.
O halde günümüz dünyasında, bizim hükümetimizin rehberi tüm Müslümanların rehberi olması hasebiyle diğer ülke Müslümanları da onun emri altında olması gerekir diyemiyoruz. Bu konu Uluslar Arası örfüne göre kabul edilebilir değildir. Kanuni esasi İran İslam Hükümetini, Rehberliği ve diğer hükümet organlarını bir ülkeyle sınırlıyorsa zikrettiğimiz bu sebepten dolayıdır. Böyle bir engelin olmaması durumunda İslam’a göre coğrafi sınırlar, ülkeler ve milletleri ayıramaz aksine, halkı birbirinden ayıran gerçek sınır itikattır.
Soru: Niçin İran İslam Cumhuriyeti Rehberi’ni “Veliyi Müslim’in” olarak isimlendiriyoruz?
Hükümet için İslam’ın ön plandaki ilk örnek ve olgusu, masum imamın rehberliği altında gerçekleşecek cihan şümul bir hükümetin olmasıdır. Böyle örnek bir hükümet de coğrafi sınırlar yerini itikadi sınırlara bırakır ve İslam ülkesi, Müslümanların yaşadığı her bölgeyi içine alır.
Veliyi Fakih’in İslam hükümetindeki rolü
Diğer taraftan İslam hükümeti, dini kanunlar ve ülke vatandaşlarının maslahatlarını gözetme esasına göre Müslümanların işlerinin tedbir ve düzenlenmesi anlamındadır ve özel şartlara sahip olan kimse, hâkim unvanıyla İslam hükümlerini uygular ve bu şartların ortadan kalkmasıyla, hükümet etme salahiyeti de ondan selp edilir (alınır).
Bu şartlar şunlardan ibarettir: İslam kanunlarını tüm yönleriyle ve dakik olarak bilmesi, dini hükümlerin uygulanması ve Müslümanların maslahatlarının teminatçısı unvanıyla takva sahibi olması ve yeterli olacak şekilde toplumsal ve siyasi maslahatları tanıması gibi şartların tamamı, İslam toplumunun maddi ve manevi saadete yönlendirilmesine sebep olacaktır.
Müslümanların geçmiş ve şimdiki durumuna kısaca bakıldığında bir takım olumsuzluklar, guruplaşmalar, kardeş öldürmeleri ve maddi ve manevi geri kalmışlıkların temel sebebinin; ferdin hidayeti, ihtilafların kaldırılması, fitnelerin baş göstermesinin engellenmesi ve düşmanların planlarının etkisiz hale getirilmesi doğrultusunda İslam toplumu ekseninde sağlam bir dayanak ve merkezin olmadığını açıkça müşahede edeceğiz.
Bu sebeple İslam adil “veli”yi, saadet bahşetme ve teşride vahdet oluşturma vesilesi kararlaştırarak onu tüm Müslümanlar için istemiştir. Şu anki mevcut gerçekler esasına göre dünyanın hiçbir noktasında dini altyapılara sahip İslam hükümeti göze çarpmamaktadır ve sadece İran İslam Cumhuriyeti, dini görüşe uygun olarak şekillenmiş bir hükümet düzenidir. Bu düzen, halkın son derece sağlam desteğine ve ümmetin rehbere biati gibi büyük bir sermayeye sahiptir.
Bir hükümete tabi olmada akıl sahiplerinin yöntemi
Hatırlatılması gereken önemli bir diğer noktada şudur: Akıl sahiplerinin yöntemine ve dünya halkının örfi bakış açısına uygun olan; bir ülkede hükümet teşkil edildiği ve başkent fertleri ve teşhis ehli, o kurulan bu merkeze tabi olduğu zaman kurulan hükümeti korumaya meyilli diğer şehir ve bölgelerde bu hükümetin korunması doğrultusunda çalışacaklardır.
Bu esas gereği Emirilmüminin (a.s) ile Muaviye arasındaki mektup yazışmalarında Muaviye’nin: Sana tabii olmadığım halde niçin sana itaat edeceğim? Sorusunun karşılığında Hz. Ali (a.s)’nin şöyle buyurduğunu görüyoruz: Sen benden önceki halifeleri Allah Resulü’nün halefi biliyor ve onlara itaatin tüm Müslümanlara vacip olduğunu söylüyordun hâlbuki onlara sadece Medine halkı biat etmişti ve diğer Müslümanların tamamının onlara itaatini vacip kılmıştı o halde senin bana itaat etmen vacipti. Elbette Ali (a.s)’nin bu sözü, önceki üç halifenin meşru olduğunu onaylaması anlamında olmayıp sadece karşı tarafın kabulleri esasına dayanan bir cedel ve münazaradan ibarettir.
Buna binaen İslam’ın, hükümeti herkes için istemesi ve İslam’ı ve dini hükümleri uygulama doğrultusunda zamanı tanıyan adil birinin varlığının İslam hükümetinin asli rüknünü oluşturduğunu, diğer taraftan hali hazırda dünyada İslam Cumhuriyeti dışında İslami görüşe uygun hiçbir hükümetin olmadığını, başka taraftan kendi merkeziyetinde İslam’ı tanıyan salih Müslümanların biat ve onayına sahip yegâne hak hükümet olmasını dikkate alarak, tüm Müslümanların velayeti fakih ekseninde toplanmaları ve İslam medeniyetini yeniden diriltmeye ve Müslümanların izzetini temin etmeye dayanan bu düzene yardım etmeleri zorunludur. Günümüzde dünya çapında birçok İslami gurup ve şahsiyetlerin, İran’ın veliyi emri’ne “Veliyi Emri Müslimin” unvanıyla tabi olup koruduklarına şahidiz ve bu sebeple biz kendi veliyi emrimizi, “Veliyi Emri Müslimin” olarak isimlendirmekteyiz.
Söylemeden geçilmemelidir ki bu isimlendirme bizim mektebi görüşümüzden kaynaklanıp İslam hükümetinin asli projesine uygundur ve İran gibi bir ülke çerçevesinde kanuni esasinin varlığını gerektiren ve diğer ülkelerle ilişkilerin düzenlenmesinde Uluslar Arası kanunlara riayet edilmesini zorunlu kılan, hükümetin ikincil planıyla hiçbir uyuşmazlığı yoktur. Çünkü bu iki uygulama ve planın her ikisi de birbirinin arzında (enleminde) değil, birbirinin boylamındadır (tulündedir); çelişik bir dorum söz konusu değildir.
Soru: İran’da hak hükümetle birlikte eş zamanda bir ya da birkaç hak hükümet daha olsaydı veya gelecekte oluşsaydı, o zaman nasıl bir plan önerilirdi?
Bu sorunun cevabında şöyle denilmesi gerekiyor: Şimdiki şartlarda her ne kadar bu faraziye, dışsal gerçeklerden haber vermemektedir ve sadece zihinsel bir faraziye unvanını taşımaktadır, ama her halükarda böyle bir faraziye de hükümet şekillerinden birisi olarak dikkate alınabilir.
Bize göre zikredilen faraziyede İslam hâkimiyetinin gerçekleşmesinde en güzel yöntem, Federasyon yöntemidir.
Federasyonun anlamı
Zikredilen bu proje ve planın aydınlaması için ilk olarak “Federasyon” ve “Federal Hükümet” kelimelerini açıklayacağız.
Latince bir kelime olan “Federasyon”, “Anlaşma” ve “Muvafakat” anlamına gelir ve bir veya birkaç müstakil devletin, yeni bir devlet oluşturup kendi hâkimiyetlerini yeni hükümete verme konusunda karar alma durumunda federasyon hükümeti ortaya çıkar. Böyle bir birleşmenin ürünü olan hükümet, merkezi ve mahalli olmak üzere iki bölümden oluşur.
Federal hükümette merkezi hükümet; güvenlik, iktisat, dış siyaset ve genel menfaatlerle alakalı temel konularda karar alır. Mahalli ya da federasyonu oluşturan birimlerde ise, bölgesel anlamda önemi olan konular üzerinde durulur.
İslam Federasyonu
Bu mukaddimeyi dikkate alarak, İslam federasyonu, meşru hükümet sahibi ülkelerin katılımıyla ittihadın sağlandığı ve güçlü merkezi devlete ve bağımsız mahalli devletlere sahip olacağı hükümet şeklidir. Merkezi devlet, tüm İslam camiasını mukayese ederek dini ilkeler esasına göre Müslümanların işlerinin çekip çevrilmesi konusunda karar alır ve genel kanunların düzenlenmesiyle tüm birimlerini maddi ve manevi hedefe doğru yönlendirir.
Diğer taraftan federasyona bağlı her bir mahalli ve bölgesel birimler, kendi maslahatlarına riayet etmekle birlikte merkezi hükümetin zaman ve mekânsal durumunu dikkate alarak özel kanun ve düzenleme işleriyle meşgul olurlar. Bunun yanında federasyonun genel kanunlarının uygulanmasına riayet edilerek İslami büyük toplumun ilerlemesi ve hedefine ulaşmasının temin edilmesi doğrultusunda yardım ederler.
Böylelikle hem geniş çapta – yani toplumun tamamı ve İslami ittihat düzeyinde – hem de merkezi hükümete üye ülkelerde İslam’ın hâkimiyeti ve fert ve toplumun hedefleri gerçekleşmiş olur. Bu gidişatın devamı (=federal hükümete sahip olmakla birlikte) İslam’ın temel örneği esasınca cihan şümul hükümetin teşkil edilmesiyle sonuçlanarak her şeyden önce mutluluk sağlamış olur.
www.vahdetinsesi.com
İlk yorum yapan olun