İmam Musa Kazım(as)’ın Zalim Abbasi Hükümetine Karşı Tutumu

İmam Musa b. Cafer-i Kazim aleyhisselam 4 yaşındayken zalim Emevî hükümetleri yıkıldı.

Emevîlerin Arap ırkçılığı, yağmacık, zorbalık, zulme dayanan siyasetleri, hükümetlerinin anti İran girişimleri MUHAMMEDî öz İslam’ın adilane hükümetini isteyen halkı ve özellikle İranlıları onlara karşı ayaklandırdı ve bu arada dönemin siyasi ricalleri halkın bu yönelişi ve özelikle İranlıların Ali oğulları ve Ali yönetimi gibi bir yönetime eğilimini kötüye kullanarak hakkı hak sahibine ulaştırmak adına Eba Muslim Horasanî’ni yardımıyla Emevileri yıktılar; fakat altıncı İmam Cafer b. MUHAMMED-i Sadık (a.s) yerine Ebu Abbas Seffah-i Abbasî’yi hilafet makamına geçirdiler ve gerçekte onu hilafet tahtına oturttular.[1]

Böylece, hicri kameri 132 yılında zulüm, sitem ve iki yüzlülükte Emevîlerden hiçbir eksin yönü olmayan, hatta bunlardan bir çoğunda onlardan ileri bile geçen hilafet ve Resulullah’ın (s.a.a) vasisi kisvesinde yeni bir padişahlık silsilesi iş başına geçti.
Bu ikisi arasındaki tek fark, Emevi saltanatı pek uzun sürmese de Abbasiler hicri kameri 757 yılına kadar, yani 524 yıl Bağdat’ta halka hilafet değil, saltanat sürdüler.

Evet; Yedinci İmam Musa Kâzım (a.s), Ebu’l Abbas Seffah, Mensur-i Devanikî, Hâdî, Mehdi ve Harun’un zulüm, sitem ve baskılarına maruz kalarak onların hilafetlerini idrak etti.

Bunların (Mensur’dan Harun’a kadar- her bininin İmam’ın (a.s) vücuduna ve ruhuna ellerinden geldiği kadar uyguladıkları zulüm ve sitemler bir kenara dursun, hatta o hazretin can aynasının gam, keder ve üzüntülere bürünmesi için bu zorba ve alçak kişilerin sadece kötü nefislerinin tozu bile yeterdi; eğer yapmadıklar bir şey kalmışsa o da istemedikleri için değil, yapamadıkları içindir.
Ebu’l – Abbas Seffah hicri 136 yılında öldür ve yerine kardeşi Mensur Devanikî geçti. O, Bağdat şehrini inşa edip Eba Müslim’i öldürdü. Hilafeti yerine oturunca Alioğullarını öldürmekten, zindana atıp işkence etmekten ve mallarını zaptetmekten bir an bile vazgeçmedi; başta İmam Sadık (a.s) olmak üzere bu soyun ileri gelenlerinin çoğunu öldürdü…

Kan dökücü, hilekâr, çok kıskanç, cimri, hırslı ve vefasız bir kişiydi; onun, ömür boyu zahmetlere katlanarak onu hilafet makamına ulaştıran Ebu Müslim’e karşı vefasızlığı tarihte darb-i misal haline gelmiştir.
İmam Kâzım’ın (a.s) değerli babasını şehid ettiği zaman o hazret 20 yaşındaydı; İmam (a.s) Mensur’un ıstırap, korku ve vahşet saçan hükümeti döneminde otuz yaşına kadar onunla mücadele içerisindeydi; bu süre içerisinde Şiilerine çekidüzen veriyor, onların işleriyle ilgileniyordu.

Mensur hicri 158 yılında helak olunca hükümete oğlu Mehdi geçti. Mehdi-i Abbasî’nin siyaseti halkı aldatmak ve hilekârlık üzerine kurulmuştu.

Çoğunluğunu İmam Kâzım’ın (a.s) Şiileri oluşturan babasının siyasi mahpuslarının az bir grubu dışında hepsini serbest bırakıp zapt edilen mallarını onlara geri verdi. Fakat sürekli onları göz altında bulunduruyor ve kalbinden onlara karşı büyük bir düşmanlık besliyordu. Hatta şiirlerinde Alioğullarını kötüleyen şairlere büyük enamlar veriyordu; örneğin bir defasında “Beşşar b. Berd”e yetmiş bin dirhem ve “Mervan b. Ebi Hafs”a yüz bin dirhem verdi.

Müslümanlara ait olan beytülmalını har vurup harman savurmak, şarap için ayyaşlık yapmak ve zamparalık konusunda çok eli açıktı; oğlu Harun’un evliliğinde 50 milyon dirhem harcamıştır.[2]

Mehdi’nin hükümeti döneminde İmam’ın (a.s) şöhreti her tarafa yayıldı; fazilet, takva, bilgi ve önderlik semasında dolunay gibi parladığı için halk grup grup gizlice gelerek o ezeli feyz kaynağından manevi susuzluklarının gideriyorlardı.
Mehdi’nin casusları tüm bu olup bitenleri ona bildiriyorlardı; Mehdi hilafetinin tehlikeye girmesinden endişelenerek İmam’ı (a.s) Medine’den Bağdat’a getirerek zindana atmalarını emretti.

“Ebu Halid Zubaleî” şöyle naklediyor: …Bu emir üzerine İmam’ı getirmek için Medine’ye giden hükümet görevlileri dönüşte, Hazret’le birlikte Zubale’de benim evime indiler.

İmam (a.s) küçük bir fırsatı değerlendirerek, Mehdi’nin adamlarının gözünden uzak, bana kendisi için bir şeyler satın almamı emretti. Ben çok üzgündüm; İmam’a, “Bu kan dökücü adama doğru gitmenizden dolayı başınıza bir bela gelmesinden endişeleniyorum” diye arzettim. İmam (a.s), “Benim ondan bir korkum yoktur; sen falan gün, filan yerde beni bekle” buyurdu.

Nihayet İmam (a.s) Bağdat’a gitti; ben de ıstırap içerisinde o günün gelip çatması için günleri sayıyordum; İmam’ın (a.s) buyurduğu gün gelip yetişince hemen koşup belirttiği yere gittim; çok ıstıraplıydım; en küçük bir sesle yerimden sıçrıyor ve üzerlik gibi bekleyiş ateşinde yanıyordum. Artık yavaş yavaş ufuk kızıl renge bürünüyor ve güneş gece zindanına düşüyordu. Ansızın uzakta bir karartının belirdiğini gördüm; içimden uçup ona doğru koşmak geçiyordu; fakat karartının Hazret olmamasından ve sırrımın anlaşılmasından endişeleniyordum.

Yerimde kaldım, İmam (a.s) yaklaştı; bir katıra binmiş geliyordu; mübarek keskin gözleri bana ilişince, “Eba Halid! Şüphe etme…” buyurdu. Ve sonra şöyle devam etti:

“İleride beni bir kez daha Bağdat’a götürecekler; fakat o zaman artık geri dönmeyeceğim.”
Ne yazık ki İmam’ın (a.s) buyurduğu gibi de oldu…[3] Evet, bu defa Mehdi, İmam’ı (a.s) Bağdat’a getirip zindana atınca rüya Ali b. Ebutalib’in (a.s) kendisine hitabe şu ayeti okuduğunu gördü: “ Demek işbaşına gelecek olursanız, yeryüzünde bozgunculuk yapacak, rahimleri (akrabâlık bağlarını) koparacaksınız öyle mi?” [4] Rabi diyor ki: Gece yarısı Mehdi birini benim peşime göndererek beni çağırttı. Korkarak hemen yanına koştum. Oraya vardığımda Mehdi’nin, “ Demek işbaşına gelecek olursanız…” ayetini okumakta olduğunu gördüm.
Beni görünce, “Git Musa b. Cafer’i zindandan çıkar, benim yanıma getir” dedi. Ben gidip İmam’ı getirdim. Mehdi yerinen kalkarak İmam’ı yüzünü öperek kendi yanına oturttu; sonra gördüğü rüyayı anlatmaya başladı.

Sonra hemen Hazret’i Medine’ye döndürmelerini emretti.

Rabi diyor ki: “Ben bunun üzerine, bir engel çıkmasından endişelenerek o gece İmam’ın yol hazırlıklarını yaptım ve sabah erkenden Hazret Medine’ye doğru hareket etti…”[5]

İmam Musa Kâzım aleyhisselam Medine’de Abbasî sarayının sıkı baskısına rağmen halkı irşat etmek, eğitim ve öğretim vermekle meşguldü… Hicri 169 yılında Mehdi’nin ölmesi sonucu saltanat tahtına oğlu Hâdi oturuncaya kadar böyle devam etti.

Hâdi, babasının aksine; siyasete de uymuyor, açık bir şekilde Alioğullarına karşı kötü davranıyordu; hatta babasının onlara vermiş olduğu şeyleri bile kesmiştir.
Onun için en utanç verici leke, acı Fah olayına neden oluşudur.

İMAM MUSA KÂZIM (A.S) IN ZALİM HÜKÜMETE KARŞI TUTUMU

Harun, Alioğullarının Abbasî hükümeti karşısında sert bir şekilde direnişinden çok rahatsız oluyordu; bu yüzden, mümkün olan her yolla onları ezmeye veya toplumda küçük düşürmeye çalışıyordu; kendini satmış saray şairlerine Alioğullarını hicvetmeleri için büyük paralar veriyordu. Örneğin, mensur-i Nemreî’yi Alioğulları hicvetmek için okuduğu bir kasidesi karşısında istediği her şeyi alsın diye beytülmalın hazinesine götürmelerini emretti.[1]

Bütün Bağdat Alevilerini Medine’ye sürgün etti; onlardan büyük bir grubunu kılıçla veya zehirleterek öldürdü.[2] Hatta halkın İmam Hüseyin aleyhisselam ’ın mezarını ziyaret etmelerinden bile rahatsızlık duyuyordu; onun için Hazretin mezarını ve etrafındaki evleri yıkmalarını ve o temiz mezarın yanı başında yeşeren sidir ağacını kesmelerini emretti.[3] Halbuki daha önce Resulullah (s.a.a) üç defa, “ALLAH sidir ağacını kesene lanet etsin” buyurmuştu.[4]

Şüphesiz İmam Musa Kâzım aleyhisselam Müslümanlıkla hiçbir ilgisi olmayan böyle zalim ve fasık bir kişinin ve babalarının hükümetine razı olmazdı; işte bu nedenle Fah kıyamına rıza gösteriyor ve yine bu nedenle Şiileriyle sürekli gizlice bağlantı kuruyor, zamanın zalim hükümeti karşısında her birinin konum ve tutumunun nasıl olması gerektiğini belirtiyordu.
Örneğin, bir defasında ashabından Safvan b. Mehran’a şöyle buyurdu:

-“Sen, develerini Harun’a kiraya vermeni saymazsak, her açıdan iyi bir kisin.”
-Safva, “Ben onları hac yolculuğu için kiraya veriyorum ve kendim de develerin yanında gitmiyorum” diye karşılık verdi.
-İmam (a.s), “Bu nedenle, içinden, develerinin zayi olmaması ve senin kiranı vermesi için Harun’un en azından Mekke’den dönünceye kadar sağ kalmasını istemiyor musun?” buyurdu.
-Sefvan, “İstiyorum” dedi.
-İmam (a.s) bunun üzerine, “Kim zalimlerin kalmasını isterse, o da onlardan sayılır” buyurdu.[5]

Ve bazen bazı kişilere Harun’un sistemindeki makamlarını korumalarını emrediyor idiyse de, siyasi açıdan böyle uygu gördükleri içindi; bazen o vahşet, terör ve baskı hükümetinde varlıkları Şiileri için yararlı olabilecek bazı kişileri görevlendiriyor, aynı zamanda, onlar vasıtasıyla da hükümetin Alevilere karşı bazı planlarından da haberdar oluyordu. Öyle ki, Ali b. Yaktin, Harun’un sarayındaki makamından istifa vermek istediği zaman İmam Kâzım (a.s) buna izin vermedi.
Evet, İmam (a.s) hiçbir şekilde, hatta onların elinde tutsak olduğu zamanda bile bu zalimlerle anlaşmaya yanaşmıyordu:
İmam (a.s) zindanda tutuklu olduğu bir gün Harun, Yahya b. Halid’i zindana göndererek Musa b. Cafer af dileyecek olursa onu serbest bırakırım dedi; fakat İmam (a.s) bunu kabul etmedi.[6]

İmam Musa Kâzım aleyhisselam en kötü şartlarda tutuklu olduğu zaman bile barışa yanaşmayan mücadeleci ve yiğitse direnişçi davranışını kaybetmiyordu.
Bir defasında zindandan Harun’a yazdığı mektuptaki sözlerine bir bakın; onda ne kadar direniş, yiğitlik, inanç ve hedefine iman göze çarpmaktadır bir görün:
“…Hiçbir gün bana senin huzur ve rahatlık içinde olman kadar zor geçmiyor; ama ikimiz de sonu olmayan ve zalimlerin ziyan göreceği güne doğru yola koyuluncaya dek öyle kal…”[7]

Evet, işte bu nedenle Harun, İmam’ın (a.s) varlığına tahammül edemiyor; Harun’un, sadece İmam’ın halkın gönlünde kurduğu manevi taht nedeniyle onu kıskanarak zindana attığına inanmak saflık olur.
O, emniyet görevlileri vasıtasıyla İmam’ın (a.s) Şiilerinin o hazretle sürekli gizlice görüştüklerini öğrenmiş ve yine İmam’ın (a.s) zemini uygun gördüğü zaman şahsen kıyam ederek veya yarenlerinden birine kıyam emri vererek kendi hükümetini yıkacağını çok iyi biliyor, diğer taraftan böyle yorulmak bilmez bir ruha sahip olan İmam’ın en küçük bir uzlaşma yoluna gitmeyeceğini, birkaç gün görünüşte elini elinin üzerine bıraktıysa, bunun susmak değil, aksine darbe indirmek için uygun bir yer kollamak amacıyla taktik gereği yapılan bir duraklama olduğunun da farkındaydı. Bu nedenle erken davranarak son derece aldatıcı bir şekilde ve arsızlıkla Resulullah’ın (s.a.a) mezarının yanı başında durarak hilafeti gasbetmesi, yaptığı zulümler, halkın malını yağmalayıp yemesi ve hilafet düzenini saltanata dönüştürmesinden utanmadan o hazrete hitaben şöyle diyor:

“Ya Resulullah! Oğlun Musa b. Cafer hakkındaki kararımdan dolayı mazur göre beni. Ben kalben onu zindana atmak istemiyorum; fakat senin ümmetin arasında savaş çıkıp kan dökülmesinden endişelendiğim için bunu yapmak zorundayım!!”
Sonra orada, Resulullah’ın (s.a.a) mezarının yanı başında ibadetle meşgul olan İmam’ı (a.s) tutuklayarak Basra’ya götürüp zindana atmalarını emrediyor.

İmam Musa Kâzım (a.s) bir yıl Basra valisi İsa b. Cafer’in zindanında kaldı; o hazretin seçkin özellikleri İsa b. Cafer’in üzerinde öyle bir etki bıraktı ki Harun’a bir mektup yazarak, “İmam’ı benden alın; aksi takdirde onu serbest bırakacağım” dedi.

Bunun üzerine Harun’un emriyle İmam’ı (a.s) Bağdat’a götürüp Fazl b. Rabi’nin yanında zindana attılar. Ondan sonra bir süre Fazl b. Yahya’ya teslim edildi; sonra da Sindi b. Şahik’in zindanına intikal edildi.

Sürekli bu intikallerin nedeni ise şuydu: Harun her defasında zindancılardan İmam’ı (a.s) ortadan kaldırmalarını istiyorduysa hiç birisi kabul etmiyordu; nihayet son zindancı, yani Sindi b. Şahik Harun’un işaretiyle o hazreti zehirledi ve İmam (a.s) şehid olmadan önce Şia’nın ileri gelenlerinden bir grubu toplayarak onlardan Hz. Musa-i Kâzım’a (a.s) bir suikastta bulunulmadığına ve zindanda kendi eceliyle öldüğüne tanıklık etmelerini istedi. Sindi b. Şahik bu u hileyle Abbasî hükümetini İmam’a (a.s) karşı işledikleri cinayetten temize çıkarmayı ve aynı zamanda o hazretin taraftarlarının muhtemel ayaklanmasını önlemeyi tasarlıyordu.[8]

Fakat İmam’ın (a.s) uyanıklığı onları rezil etti; şahitler gelip İmam’ı görünce, Hazret (a.s) şiddetli bir şekilde zehirlenmesine, zayıf ve durumunun kötü olmasına rağmen şahitlere, “Beni dokuz tane hurmayla zehirlediler; yarın bedenim yeşile dönüşecek ve ertesi gün de dünyada göçeceğim” buyurdu.[9]

Nihayet o yüce İmam’ın (a.s) buyurduğu gibi de oldu.
İki sün sonra –hicri kameri 183 yılının Receb ayının 25’inde-[10] gökyüzü mateme büründü; yeryüzü, bütün müminler, özellikle gerçek önderlerini kaybeden Şiiler bu acı olaydan dolayı yas tuttular.

Şimdi, o yüce şehide hitaben şöyle diyoruz:

O zaman, akşamüzeri hurmanın göklere yükselen dallarının hafifçe esen rüzgarın okşamasıyla birbirine kulak verip senin yaşamının yiğitlik şiirini fısıldaşmakta ve sana yapılan zulümlerin mesajını rüzgara vermektedirler.
O zaman baharlarda gökyüzünün boğaza düğümlenen sesi açılıp patlar ve bulutların sağnak göz yaşları akıveriri; bu, tarihin yanağının genişliğince sana ağlayan zulme uğramış Şiilerinin üzüntüden boşalan göz yaşlarıdır…
Ahh, ey yüce hak imam!
İri ve sıkı göz yaşlarından oluşan perdeler senin mukavemet, direniş ve nihayet hak yolunda can verme hamasetini görmemizi engellemeyecek ve eğer sana ağlıyorsak, ayakta ağlıyoruz; böylece senin düşman karşısında direnişini takdir edip tarih ve varlık alemiyle birlikte senin direnişin karşısında saygıyla ayağa kalkıyoruz.
Sana kalbimizin en güzel ve en şecaatli yerinden her zaman en temiz selamlar olsun
_________________
[1] – Hayatu’l – İmam, c. 2, s. 77.
[2] – Mekatilu’t – Talibiyyin, s. 463 – 497.
[3] – Emali-i Şeyh Tusî, s. 206, taş basımı.
[4] – Emali-i Şeyh Tusî, s. 206.
[5] – Rical-i Keşi, s. 440 – 441; İmam’ın (a.s) değerli babası İmam Sadık (a.s) da Yunus b. Yakub’a, “Onlara cami inşa etmek konusunda bile yardım etme” buyuruyor. Vesailu’ş – Şia, c. 12, s. 120 – 130.
[6] – Gaybet-i Şeyh Tusî, taş basımı, s. 21.
[7] – Tarih-i Bağdat, c. 13, s. 32.
[8] – Gaybet-i Şeyh Tusî, s. 22 – 25, taş basımı.
[9] – Uyun-u Ahbari’r – Rıza, c. 1, s. 97.
[10] – Kâfî, c. 1, s. 486; Envaru’l – Behiyye, s. 97.

[1] – Emevî karşıtı inkılap öncüleri, Alevilerin yerin Abbasileri geçirip hilafetin asıl merkezine dönmesini engellemekle büyük bir ihanet yaptılar.
Ebu Semle ve Ebu Müslim ilk başta insanları Alioğullarına davet ediyorlardı; fakat başından beri perde arkasında Abbasîlerin saltanat sarayının temelini oluşturuyorlardı; işte bu nedenle İmam Sadık (a.s) siyasetteki derin düşüncesiyle onların sözlerine ehemmiyet vermemiş, onların kendisine yardım etmek için kıyam etmediklerini ve kafalarında daha farklı şeyler tasarladıklarını bildiği için sözlerini önemsememişti. Bkz. Milel ve Nihel-i Şehristanî, c. 1, s. 154, Mısır baskısı; Tarih-i Yakubî, c. 3, s. 89; Biharu’l – Envar, c. 11, s. 142, Kumpanî baskısı.
[2] – Hayatu’l – İmam, c. 1, s. 439 – 445.
[3] – Biharu’l – Envar, c. 48, s. 71 – 72. Yine bkz. A’lamu’l – Vera-i Taberî, İlmiye-i İslamiyye basımı, s. 295, biraz farkla.
[4] – MUHAMMED, 22.
[5] – Tarih-i Bağdat, c. 13, s. 30 – 31.

vahdetinsesi.com

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*