Mübahele Ayeti – Üstâd Hizbullah HAKVERDİ

Mübahele Ayeti, Hz. Resulü Ekrem’in (s.a.a) Necran Hristiyanları ile yaptığı mubahele vakıasına işaret etmektedir. Alimler mubahele ayetini,İmam Ali’nin (a.s) faziletlerinden bilmektedirler.

Bu yazı Üstâd Hizbullah HAKVERDİ‘nin Aşura Kültürü’nün İmam Humeyni’deki Tecellileri isimli kitabından iktibas edilmiştir.

Her fiili ve sözü İlâhî vahiy ile vücud bulan ve murakabe edilen Yüce Resul-ü Ekrem’in (as)[*] nice hadisleri ile tebcil edilen Ehl-i Beyt‘in, elbette Kelamullah olan Kur’an-ı Kerim’de söz konusu edilmiş olacağı, açıktır. Gerek dolaylı, gerekse doğrudan Ehl-i Beyt‘i söz konusu eden ayet-i kerimelerin bir kısmını (herkesçe bilindiği halde, yine de) kaydetmeyi faydalı buluyoruz:

“Mübahele Ayeti”:

“(Resul’üm!) O söylenenleri biz, sana ayetlerden ve hikmet dolu Kur’an’dan okuyoruz: Allah nezdinde İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona ‘ol!’ dedi ve (o da) oluverdi! (Bu) Rabbinden gelen gerçektir. Öyleyse, şüphecilerden olma!” [Al-i İmran(3): 59-60] Ayet-i kerimelerinde beyan edilen Hz. İsa’nın durumuna itiraz eden ve bu amaçla Medine’ye gelen Necranlı Hristiyan ruhanîlerle bu konuda uzayan tartışma üzerine şu ayet gelmiş, mübahele için alenen meydan okunmuştur:

Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda tartışanlara; ‘Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, karşılıklı olarak çocuklarımızı ve kadınlarımızı çağıralım, sonra da ‘duâ’ edelim de Allah’tan ‘yalancılar’ üzerine la’net dileyelim!’ de.” [Al-i İmran(3): 61]

Bunun üzerine Resulullah (sav), Hz. Ali’yi, Hz. Fatıma’yı, Hz. Hasan’ı, ve Hz. Hüseyn‘i çağırdı, onlar gelince, hep beraber, mübahele için Necran heyetinin karşısına çıkarlar, Ehl-i Beyt-i Resul’ün bu mübarek şahsiyetlerini gören Necranlıların kalpleri titremeye başlamış; “Bunlar öyle yüzlerdir ki, eğer Allah’tan, dağları yerinden oynatmasını isteyecek olsalar, kesinlikle yerinden oynatır!…” diyerek, mübahele yapmaktan sarf-ı nazar ederek, Resul-ü Ekrem ile anlaşma imzalayarak ülkelerine dönmüşlerdir. [**] [*]Şer’î ve aklî zaruretlerden olan bu husus için, örnek olarak; “O (Peygamber), ‘heva’dan konuşmaz; O (nun konuştukları), ancak kendisine (Allah tarafından) vahyolunan bir ‘vahiy’dir.” [Necm(53): 3-4]; “(Ey habibim!) onu (vahyedilen Kur’an’ı ‘kavramak’ için) aceleye kapılıp da dilini onunla hareket ettirip-durma! Çünkü; (hiç şüphe etme ki,) onu toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle! Sonra, muhakkak ki onu açıklamak da bize aittir.” [Kıyamet(75): 16-19]; İlaahir…

[**] Olayın vuku için, bakınız; El-Mizan: 3/223-244; Mefatih’ül Ğayb (Fahri Razî):6/370-371; İbn-i Kesir: 4/1271; Dürr’ül Mensur: 2/39; İbn-i Esir-El Kâmil (terc): 2/270; Keşşaf: 1/369; Müslim (terc): 10/245; İlaahir…
Bu ayette geçen ebnaena (oğullarımız) ifadesi ile, Hz. Hasan ve Hüseyn’in, enfüsena (kendimiz) ibaresi ile, Resulullah (sav)’in ve Hz. Ali’nin müştereken, nisaena (kadınlarımız) kelimesiyle de sadece Hz. Fatıma’nın kastedildiği, Cabir İbn Abdullah (ra) tarafından rivayet edilmiştir. (İbn-i Kesir: 4/1271);…
Olayla ilgili olarak, Fahr-i Razî de şunları nakletmektedir: “Bu esnada, Hz. Peygamber (sav) de, üzerinde siyah kıldan bir örtü, futa olduğu halde evinden dışarı çıkmıştı. Hz. Hüseyn‘i kucağına almış, Hz. Hasan’ın elinden tutmuş, Hz. Fatıma, Hz. Peygamber’in (sav), Hz. Ali de, Hz. Fatıma’nın peşindeydi… Hz. Peygamber (sav) şöyle diyordu: “Ben duâ ettiğim zaman, siz ‘amin!’ deyiniz!…” Bunun üzerine, ‘Necran’ın Piskopos’u (kendi kavmine): “Ey hristiyanlar! Ben karşımda öylesine yüzler görüyorum ki, onlar, Allah’dan bir dağı yerinden oynatıp yok etmesini isteseler, muhakkak ki Allah, o dağı yerinden götürür. Binaenaleyh, (onlarla) la’netleşmeyin, aksi halde helak olur, yok olursunuz. Ve yeryüzünde, kıyamete kadar tek bir hristiyan kalmaz!” dedi… (Mefatih’ül Ğayb: 6/370);

Burada şu hususu arzetmek gerekir. Ki; Al-i Muhammed (as) olarak, Al-i İmran’ın munharif mensuplarının huzuruna mübahele için çıkan Resul-ü Ekrem (as), sair ayet ve hadislerde de belirlenmiş olan ve ıtretim, Ehl-i Beyt’im diye tavsif ettiği mümtaz zevatla çıkmış, yanına ne zevcelerini ne de amcasını (Abbas’ı) ve çocuklarını almamış, böylece; Ehl-i Beyt‘in ve Al-i Muhammed‘in Kim? olduğunu bil-fıil-müşahhas olarak göstermiştir… Üstelik, nisaena (kadınlarımız) ta’bir ve ibaresinin içerisine, zevcelerini dahi dahil etmemiştir. Buna rağmen bir kısım ehl-i haset ve taassub tarafından Ehl-i Beyt kavramının içerisine, alâkası olmayan nice kimseler sokulmak istenmiş, akıl ve hayale gelmeyecek hile-te’vil ve tahrif yollarına başvurulmuştur…

Keza, mezkûr [Al-i İmran(3): 61]’de geçen ebnaena (oğullarımız) ile de, Hz. Hasan ve Hüseyn’in kast edildiği, güneş gibi açık olmakla beraber; “…Bunlar benim oğullarım ve kızımın oğullarıdır. Allah’ım, ben onları seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri de sev!”; “..Bana oğullarımı çağırın!..”; “Oğullarımın adlarını ne koydunuz?…” (Tirmizî: 6/304, 306; Hakim: 3/165-166; Buharî-Edebü’l-Müfred (terc): 2/180-181; Müsned-i Ahmed: 1/98) gibi.. pek çok hadis-i şeriflerle de konu, daha da pekiştirilmiş bulunmaktadır.

Enfüsena (kendilerimiz) lafzıyla da, Hz. Ali’nin, Peygamber Efendimiz’le (sav) birlikte ve O’nunla iç-içe olarak kullanıldığı açıktır. Bununla birlikte; “Ali, bendendir, ben de ondanım; Ali, benim dünya ve ahirette ‘kardeşim’dir!…” (İbn-i Mâce: 1/205; Tirmizî: 6/272-273; İlh..) gibi hadis-i şerifler de, bunu ayrı kanaldan tasrih etmekte, gerçek mü’minler için gafletten-cehaletten ve taassubdan kurtulmaya aklî ve şer’i kapılar açmaktadır…
Ayrıca; Resul-ü Ekrem (as)’ in özel terbiyesinde bulunması, yüce neslinin onunla devam etmesi.. gibi hususiyetlerle de, Hz. Ali’nin (as) ebnaena sınıfına da dahil olacağı, nazar-ı itibara alınmalı, meselenin bu yönü de gözden uzak tutulmamalıdır…

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*