Hz. Muhammed (S.A.V)’in Bazı Kişilik Özellikleri

1- Bilgin Ümmî

Hz. Peygamber’in ayrıcalıklarından biri insanlardan olan bir öğretmenin yanında okuma-yazma öğrenmemiş olmasıdır.[1] O bir bilgi ortamında değil, cahil bir toplumda yetişti. Kur’ân’ın açıkladığı bu gerçek hiç kimse tarafından yalanlanmış değildir.

İçinde doğup büyüdüğü kavim en koyu cahillikte olan, ilimden ve eğitimden en uzak bir kavimdi. Hz. Peygamber’in kendisi o dönemi cahiliye dönemi olarak adlandırdı. Bu adlandırmayı ancak bilgili, ilmin, cahilliğin, aklın ve aptallığın ne olduğunu iyi bilen bilgin biri yapabilir.

Bunun yanı sıra o ilme, kültüre, düşünceye ve akıl yürütmeye çağıran, bilginin ve ilmin bütün türlerini içeren bir kitap getirdi. Eşsiz ve çarpıcı bir yöntemle uyarınca kitabı ve hikmeti öğretmeye koyuldu.[2] Bu çabası sonunda, doğuyu ve batıyı ilimleri ve maarifi ile dirilten sarsan, ışığı ve aydınlığı her yana yayılan parıldamaya devam eden benzersiz bir uygarlık kurdu.

Evet, o ümmîdir; okuma-yazmasızdır. Fakat bilgisizlikle, cahiliye saplantıları ve putlara tapıcılıkla onlarla mücadele ediyor. Üstelik her ihtiyaca cevap veren bir mektep, dimdik ve sapasağlam bir dinle ve tarih boyunca insanlığa yön veren meydan okuyan bir şeriatla getirmiştir. Buna göre o ilminde, maarifinde, kapsayıcı sözlerinde, içerikliğinde ve tutarlığında, aklının başatlığında, kültüründe ve eğitim yöntemlerinde başlı başına bir mucizedir.

Yüce Allah onun hakkında şöyle buyuruyor: “Ey insanlar, Allah’a ve ümmî peygamberi olan Resulü’ne -ki o, Allah’a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulasınız.”[3] Başka bir ayette ona şöyle buyuruyor:

“Allah sana kitabı (vahyi) ve hikmeti indirdi, sana bilemeyeceğin şeyleri öğretti. Allah’ın lütfu sana gerçekten büyüktür.”[4]

Evet, yüce Allah Hz. Peygamber’e tüm bu ilimleri vahyettiğini vahyetti, ona kitabı ve hikmeti öğretti. Onu nur, ışık saçan bir çırağ kandil, apaçık delil, gözetici tanık, açıklayıcı elçi, güvenilir öğüt verici, hatırlatıcı, müjdeleyici ve uyarıcı bir peygamber kıldı/yaptı.[5]

Yüce Allah onun göğsünü açarak kendisini vahyi algılamaya, cahilliğe özgü dar görüşlülüğün ve bencilliğin egemen olduğu bir toplumda doğru yola iletme görevini yürütmeye hazırladı. Böylece o; çağrı, eğitim ve öğretim alanında insanlığın tanıdığı en üstün önder oldu.

Bir cahiliye toplumunun birkaç yıl zarfında hidayet kitabının ve ilim meşalesinin güvenilir bir koruyucusu, güçlü bir savunucusu olması, yozlaştırma ve tahrif etme girişimleri karşısında durması büyük bir gelişme ve müthiş bir devrimdir. Bu devrim bu ölümsüz kitap ile bu okuma-yazmasız rehberin mucizesidir. Öyle bir önder peygamber ki, o cahiliye toplumunda hurafelerden ve masallardan en uzak insandı; ilâhî basiretin nuru varlığının bütün yanları ile onu çepeçevre kuşatmıştı.

 

2- Allah’a Kulluk Eden İlk Müslüman

Peygamberlik görevini üstlenmeye hazırlıklı olmak amacıyla, kâinatın yaratıcısı ve varlık âleminin yoktan var edicisi olan Allah’a mutlak boyun eğmek, O’nun ulu gücüne ve hikmetinin geçerliliğine tam teslimiyet, tek, ortaksız ve varlığı hiçbir şeye bağımlı olmayan (samed) ilâh karşısında tam ve gönüllü bir kulluk, Allah tarafından seçilencek her insan tarafından aşılması gereken ilk zirvedir. Kur’ân-ı Kerim bu büyük Peygamber’in bu zirveyi aştığına ötesine geçtiğine tanıklık ederek şöyle diyor:

“De ki: Rabbim beni doğru yola iletti… Ben Müslümanların ilkiyim.”[6]

Bu seçilmişlik bu Müslüman kulun elde ettiği kemal madalyası oldu. Artık kullukta kendisi dışında kalan herkese üstünlük sağlamıştı. Bu örnek kulluk sözlerinde ve davranışlarında somutlaştı. Öyle ki: “Benim göz aydınlığım namazdadır.” dedi.[7] Çünkü o sürekli namaz vaktini bekler, Allah’ın huzurunda durmak için şiddetli bir özlem besler ve müezzini Bilâl’a: “Bizi rahatlat, ey Bilâl!” derdi.[8] Ev halkı ile konuşur, onlar da onunla konuşurlardı. Fakat namaz vakti girince o ev halkını tanımaz gibi olurdu., onlar da onu tanımaz gibi olurlardı.[9] Namaz kılarken göğsünden tarak dişlerinin çıtırtısına benzer çıtırtılar işitilirdi.[10] Yine namaz sırasında Allah korkusu ile o kadar çok ağlardı ki, gözyaşları secde ettiği namaz kıldığı yeri ıslatırdı.[11] Ayakları şişinceye kadar namaz için ayakta dururdu/kılardı. Bunu görenler kendisine: “Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmişken neden bu kadar ibadet için zahmete katlanıyorsun sen mi bunu yapıyorsun?” diyenlere de: “Ben şükreden bir kul olmayayım mı?” diye karşılık verirdi.[12]

Şaban ve ramazan aylarının tüm günleri ile her ayın üç gününde oruç tutardı. Ramazan ayı girince yüzünün rengi değişirdi, daha çok namaz kılar ve dualarında tazarru ile Allah’a yalvarıp yakarırdı.[13] Ramazanın son günü gelince de kuşağını bağlar, kadınlardan uzaklaşır, geceleri ihya eder, kendini ibadete verirdi.[14] Dua hakkında: “Dua, ibadetin iliğidir.” ve “Dua müminin silâhı, dinin direği, göklerin ve yeryüzünün nurudur.” derdi.[15] O sürekli biçimde Allah ile bağlantılı idiolurdu, küçük-büyük her işte, her davranışta yakarma ve dua ile hep Allah’a sığınırdı. Öyle ki, günde yetmiş kez Allah’tan mağfiret diler, günah işlemesi söz konusu olmaksızın günde yetmiş kez tövbe ederdi.[16] Her uykudan uyanışında mutlaka secdeye kapanırdı.[17] Her gün üç yüz altmış kere: “Elhamdu lillahi Rabbi’l-âlemîne kesiren alâ kulli hâl.” (“Her durum için âlemlerin Rabbi olan Allah’a çok çok hamdolsun.”) diyerek Allah’a hamt ederdi.[18] Kur’ân okumaya çok istekli ve çok düşkündü.

Kendini ibadetle çok yorduğu ve yıprattığı için ibadet temposunu hafifletsin diye Cebrail ona yüce Allah’ın şu mesajı ile inmişti: “Tâ Hâ. Biz bu Kur’ân’ı sana sıkıntı çekesin diye indirmedik.”[19]

 

3- Allah’a Mutlak Güven

Yüce Allah Hz. Peygamber’e (s.a.a) hitaben buyuruyor ki: “Allah kuluna yetmez mi?”[20]

Yine ona hitaben şöyle buyuruyor:

“Sen O mutlak galip ve engin merhamet sahibine güvenip dayan. O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor. Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor).”[21]

Yüce Allah’ın buyurduğu gibi Hz. Peygamber (s.a.a) Allah’a karşı kayıtsız şartsız güven hâlinde idi.

Cabir b. Abdullah şöyle diyor: “Bir defasında Resulullah (s.a.a) ile birlikte Zâtu’r-Rıka’ denen yerde bulunuyorduk. Gölgeli bir ağacın yanına varmıştık. Orayı Peygamber’e bıraktık. O sırada müşriklerden biri Hz. Peygamber’in (s.a.a) yanına geldi. Peygamber’in kılıcı ağaca asılı idi. Adam kılıcı alıp çekti ve Resulullah’a: ‘Benden korkuyor musun?’ dedi. Hz. Peygamber: ‘Hayır.’ dedi. Adam: ‘Seni elimden kim kurtarır?’ dedi. Peygamber: ‘Allah.’ dedi. Bunun üzerine kılıç adamın elinden düştü. Resulullah yere düşen kılıcı eline alarak: ‘Seni benim elimden kim kurtarır?’ dedi. Adam: ‘Eline kılıç alanların en iyisi ol.’ dedi. Hz. Peygamber: ‘Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın resulü olduğuma şahadet eder misin?’ dedi. Adam: ‘Hayır, şahadet etmem. Fakat seninle hiç savaşmayacağıma ve seninle savaşan bir kavimle beraber olmayacağıma dair sana söz veriyorum.’ dedi. Peygamber onu salıverdi. Adam arkadaşlarının yanına dönünce: ‘İnsanların en hayırlısının yanından size geldim.’ dedi.”[22]

 

4- Üstün Cesaret

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“O peygamberler Allah’ın buyruklarını duyururlar ve Allah’tan korkarlar; O’ndan başka hiç kimseden korkmazlar.”[23]

Arap süvarilerinin önünde eğildikleri Ebu Talip oğlu İmam Ali’nin (a.s) de şöyle dediği nakledilir: “Savaşın kızıştığı ve tarafların karşı karşıya geldikleri sıralarda, Resulullah’a sığınırdık ve o içimizde düşmana en yakın kişi olurdu.”[24]

Sahabîlerden Mikdad, Hz. Peygamber’in Uhud Savaşı’nda Müslüman ordusunun bozguna uğramasından ve Hz. Peygamber’ikendisini yalnız bırakmalarından sonraki Peygamber’in direnişini şöyle anlatıyor: “Onu hak üzere gönderen Allah’a yemin ederim ki, Hz. Peygamber’in (s.a.a) bir karış geriye çekildiğini görmedim. O düşmanla yüz yüze idi. Ashabından bir grubu bazen ona dönüyor, çevresinde toplanıyordu, bazen de çevresinden ayrılıyordu. Onu çatışma duruncaya kadar hep ayakta ya ok, ya taş atarken gördüm.”‌ Sonunda karşı taraftakiler siperlere sığındılar.”[25]

 

5- Benzersiz Züht

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine göz dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir.”[26]

Ebu Umame’nin bildirdiğine göre Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Rabbim bana, Mekke vadisini benim için altın yapmayı teklif etti. Ben de dedim ki: Hayır, ya Rabbi. Bunun yerine bir gün karnım doysun, bir gün aç kalayım. Aç kaldığımda sana yalvarır, seni anarım. Karnım doyduğunda ise sana şükür ve hamt ederim.”[27]

Hz. Peygamber bir defasında hasır üzerinde uyumuştu. Kalktığında vücudunda sırtında hasırın izi çıkmıştı. Kendisine: “Sana bir döşek hazırlayalım.” dediklerinde şu karşılığı verdi: “Benim dünya ile ne işim var, biliyor musunuz? Ben dünyada bir ağacın altında gölgelenmiş ve sonra kalkıp o gölgeyi terk etmiş, hayvan sırtında bir yolcu gibiyim.”[28]

İbn-i Abbas diyor ki: “Resulullah (s.a.a) arka arkaya gecelerce aç karınlına yatağa girerdi. Ev halkı da akşamları yiyecek bir şey bulamazdı. Çoğu kere ekmekleri arpa ekmeği olurdu.”[29]

Ayşe validemiz diyor ki: “Âl-i Muhammed’in bir günde yedikleri iki öğün yemeğin biri mutlaka hurma olurdu.”[30]

Yine ümmülmüminin Ayşe diyor ki: “Resulullah (s.a.a) vefat ettiğinde, savaşlarda giydiği zırh otuz sâ'[31] arpanın karşılığı olarak bir Yahudide rehin idi.”[32]

Enes b. Malik’in verdiği bilgiye göre Hz. Peygamber’in (s.a.a) kızı Hz. Fatıma (a.s) bir defasında elinde bir parça ekmekle Resulullah’a geldi. Hz. Peygamber: “Ey Fatıma, bu nedir parçasıdır?” diye sordu. Fatıma: “Bir ekmek parçasıdır. Bu ekmek parçasını sana getirmeden içim rahat etmedi.” dedi. Peygamber de: “Bu ekmek parçası üç günden beri babanın ağzına giren ilk yiyecektir.” dedi.[33]

Kautade şöyle diyor: “Bir defasında Enes ile beraberdik. O sırada yanında bulunan ekmekçisi şöyle dedi: Peygamber Allah’a kavuşuncaya kadar ne ince öğütülmüş undan bir ekmek ve ne kızartılmış koyun eti yedi.”[34]

 

6- Büyük Cömertlik ve Yumuşak Huyluluk

İbn-i Abbas diyor ki: “Resulullah (s.a.a) hayırda insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu dönem ramazan ayı idi… Cebrail her yıl ramazan ayında ona gelirdi… Cebrail ona geldiğinde yağmur getiren rüzgârdan daha cömert olurdu.”[35]

Rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.a) bir gün bir elbise tüccarına gidip dört dirhem karşılığında bir gömlek satın aldı. Tüccarın yanından gömleği giyerek çıktı. O sırada ensardan biri ile karşılaştı. Adam: “Ey Allah’ın Resulü, bana bir gömlek giydir, Allah sana bir cennet elbisesi giydirsin.” dedi. Hz. Peygamber az önce giydiği gömleği üzerinden çıkararak adama giydirdi. Arkasından yine dükkân sahibinin yanına döndü ve ondan dört dirhem karşılığında bir gömlek satın aldı. Yanında iki dirhem parası kalmıştı. Yolda bir cariye (kadın köle) ile karşılaştı. Kadın ağlıyordu. Peygamber: “Niye ağlıyorsun?” diye sordu. Kadın: “Ey Allah’ın Resulü, dedi, efendimin ailesi, karşılığında un satın alayım diye bana iki dirhem verdi, verdikleri iki dirhem kayboldu.” Hz. Peygamber (s.a.a) elinde kalan iki dirhemi kadına verdi. Kadın: “Efendimin ailesi beni döver diye korkuyorum.” dedi. Bunun üzerine Resulullah kadın köle ile birlikte yürüyüp efendisinin oturduğu evin kapısına geldi. Selâm verdi. İçerdekiler sesini tanıdılar. Tekrar selâm verdi. Arkasından üçüncü kez selâm vermesi üzerine ancak selâmını aldılar. Hz. Peygamber: “İlk selâmı duymadınız mı?” diye sordu. Evdekiler: “Evet, duyduk. Fakat bize birkaç kez daha selâm vermeni istedik. Anamız, babamız sana feda kurban olsun, sen mutluluk verici bir ziyaretçisin.” dediler. Hz. Peygamber: “Bu cariye kendisini döveceğinizden korktu.” dedi. Cariyenin efendisi: “Sen onunla beraber geldiğin için o Allah rızası için artık özgürdür.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) onları hayırla ve cennet ile müjdeledikten sonra şöyle dedi: “Yüce Allah o on dirhemi bereketli kıldı. Peygamberine ve ensardan bir adama birer gömlek giydirdi ve geriye kalan para ile bir köle azat etti. Hamdolsun Allah’a. O ki, bunları bize kudreti ile nasip etti.”[37]

Hz. Peygamber ramazan ayı girdiğinde bütün esirleri serbest bırakır ve her dilenciye sadaka verirdi.[38]

Ayşe validemiz diyor ki: “Allah Resulü (s.a.a) kendisine yapılan hiçbir kötü hareketin intikamını almadı. Yalnız Allah’ın hükümlerinin çiğnenmesine sebep olan hareketler haram kıldığı hareketler müstesna. Hiçbir şeyi asla eli ile dövmedi. Yalnız Allah yolundaki dövmeler hariç. Kendinden istenilen bir şeyi asla reddetmedi. Yalnız istenen şeyin günah olması durumu müstesna. O, günah olan istekleri karşılamaktan en uzak olan kişi idi.”[39]

Ubeyd b. Umeyr diyor ki: “Resulullah (s.a.a) önüne getirilen bütün kötü hareketleri, had gerektirenleri dışında mutlaka affetmiştir.”[40]

Enes diyor ki:

“Peygamber’e (s.a.a) on yıl hizmet ettim. Bana hiç ‘of’ bile demedi. Yaptığım hiçbir işe: ‘Bunu niçin yaptın?’ demedi. Yapmadığım hiçbir iş için de: ‘Bunu niçin yapmadın?’ demedi.”[41]

Bir defasında bir bedevî Hz. Peygamber’in (s.a.a) yanına gelerek abasının hırkasının ucundan şiddetle çekti. Öyle ki, abanın hırkanın astarı boynunda iz bıraktı. Arkasından Hz. Peygamber’e: “Ey Muhammed, yanında bulunan Allah’ın malından bana verilmesini emret.” dedi. Hz. Peygamber bedevîye doğru döndü ve güldü, sonra ona bir bağışta bulunulmasını emretti.

Hz. Peygamber (s.a.a) hayatı boyunca affediciliği ve hoş görüşlüğüyle ile tanındı… Amcasını öldüren Vahşi’yi bile affetti… Kendisine zehirli koyun getiren Yahudi kadını affetti. Ebu Süfyan’ı affederek evine girilmesini öldürülmemesi için yeterli sebep gerekçesi saydı. Rablerinin emrine karşı gelip ellerindeki bütün imkânlarla ona karşı savaşan Kureyşlileri güven ve iktidarın zirvesindeyken şöyle diyerek affetti: “Allah’ım, kavmimi doğru yola ilet. Çünkü onlar bilmiyorlar… Gidin, serbestsiniz.”[42]

Hz. Peygamber’in (s.a.a) büyük yumuşak huyluluğu Kur’ân-ı Kerim’in şu ayetinde gayet veciz bir dille şöyle ifade ediliyor: “Allah’tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert, katı kalpli biri olsaydın şüphesiz çevrenden uzaklaşırlardı. Onları bağışla, kendileri için Allah’tan af dile…”[43] Onun ne kadar müşfik ve merhametli olduğu ise şöyle anlatılıyor:

“Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ağırına gider, size son derece düşkün, müminlere karşı şefkatli ve merhametlidir.”[44]

 

7- Hz. Peygamber’in Hayatı ve Tevazuu

Ebu Said-i Hudrî diyor ki: “Resulullah (s.a.a), evden dışarı çıkmamış utangaç bir kızdan daha utangaçtı. Bir şeyden hoşlanmadığı zaman bu durum yüz ifadesinden anlaşılırdı.”[45]

İmam Ali (a.s) diyor ki: “Peygamber’den (s.a.a) yapmak istediği bir şey istenince: ‘Evet.’ derdi. Fakat kendisinden yapmak istemediği istendiğinde ise susardı. Hiçbir şeye: ‘Hayır.’ demezdi.”[46]

Yahya b. Ebu Kesir’in bildirdiğine göre Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ben her kulun yemek yediği gibi yemek yer, her kulun oturduğu gibi otururum. Ben sadece bir kulum.”[47]

Hakkında bize gelen çok yaygın rivayetlere göre o, küçük çocuklara selâm verirdi.[48]

Hz. Peygamber (s.a.a) bir defasında biri ile konuşurken adam titremeye başladı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) o şöyle dedi: “Sakin ol. Ben bir padişah değilim. Ben kıyılıp kurutulmuş et parçaları yiyen bir kadının oğluyum.”[49]

Ebu Umame şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a) bir defasında değneğe dayanarak yanımıza geldi. Onun için ayağa kalkmamız üzerine şöyle dedi: Birbirini ululaştıran acemlerin ayağa kalkmaları gibi ayağa kalkmayın.”[50]

Hz. Peygamber (s.a.a) sahabîleri ile şakalaşır ve kesinlikle doğru olanı söylerdi.[51] Medine’deki mescidin yapımında sahabîleri ile birlikte çalıştı,[52] bir savaş hazırlığı sırasında hendek kazdı.[53] İnsanların en üstün akıla sahip olmasına rağmen sahabîleri ile sık sık görüş alışverişinde, istişarede bulunurdu.[54]

O şöyle derdi: “Allah’ım, beni yoksul ve düşkün olarak yaşat, yoksul ve düşkün olarak canımı al ve beni yoksul ve düşkünler arasında haşret. En bedbaht kişi, hem dünyada fakir, hem de ahirette azap çekecek olan kişidir.”[55]

vahdetinsesi.com

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*