Huzeyfetü’l-Adevî der ki:
«Harb-i Yermûk’ün,
Yaman kızıştığı bir gündü, pek sıcak bir gün.
İkindi üstü biraz gevşeyince, sanki, kıtâl,
Silâhı attım elimden, su yüklenip derhâl,
Mücâhidîn arasından açıldım imdâda,
Ağır yarayla uzaklarda kalmış efrâda.
Ne ma’rekeydi ki, çepçevre, göğsü kandı yerin!
Hudâ’ya kalbini açmış, yatan bu gövdelerin,
Şehîdi çoksa da, gâzîsi hiç mi yok? .. Derken,
Derin bir inleme duydum… Fakat, bu ses nerden?
Sırayla okşadığım sîneler bütün bî-rûh…
Meğerse amcamın oğluymuş inleyen mecrûh.
Dedim: «Biraz su getirdim, içer misin, versem? »
Gözüyle «Ver! » demek isterken, arkadan bir elem,
Enîne başladı. Baktım: Nigâh-ı merhameti,
«Götür! » deyip bana îmâda ses gelen ciheti.
Ne yapsam içmeyecek, boştu, anladım, ibrâm;
O yükselen sese koştum ki: Âs’ın oğlu Hişâm.
Görünce gölgemi birden kesildi nevhaları:
Su istiyordu garîbin dönüp duran nazarı.
İçirmek üzre eğildim, üçüncü bir kısa «ah! »
Hırıltılarla boşanmaz mı karşıdan, nâgâh!
Hişâm’ı gör ki: O hâlinde kaşlarıyle bana,
«Ben istemem, hadi, git ver, diyordu, haykırana.»
Epey zaman aradım âh eden o muhtazarı…
Yetiştim, oh, kavuşmuştu Hakk’a son nazarı!
Hişâm’ı bâri bulaydım, dedim, hemen döndüm:
Meğer şikârına benden çabuk yetişmiş ölüm!
Demek, bir amcamın oğlunda vardı, varsa, ümid…
Koşup hizâsına geldim: O kahraman da şehid.»
* * *
Şark’ın ki mefâhir dolu, mâzî-i kemâli,
Yâ Rab, ne onulmaz yaradır şimdiki hâli!
Şîrâzesi kopmuş gibi, manzûme-i îman,
Yaprakları yırtık, sürünür yerde, perîşan.
«Vahdet» mi şiârıydı? Görün şimdi gelin de:
Her parçası bir mel’abe eyyâmın elinde!
Târîhine mev’ûd-i ezelken «ebediyyet»,
Ey, tefrika zehriyle şaşırmış giden, ümmet!
«Nisyân»a çıkan yolda mı kaldın güm-râh?
Lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billâh!
Hilvan, 12 Kânûnisânî 1340
(12 Ocak 1924)
Mehmet Akif Ersoy
İlk yorum yapan olun